ADALET

Paylaşarak Destek Olun

İnsanlığın çemberindeki nizam.
Çemberin çapındaki gram.
Gramın kabındaki haram.
Hepsi cüzzam, hepsi cüzzam…

İnsanlığın Adalet dediği; asli, sahici ve sahih değildir. İnsanlığın fehmindeki, fiilindeki ve zihnindeki Adalet kavramı ile kavramın özü olan gerçekliğin yani bilinemeyen anlamdaki gerçek Adaletin basireti aynı değildir. Aynı olması da beklenmemelidir.

(İzahımızda zikredeceğimiz “Adalet” lafzı, “uygulanan anlamda adalet ve Hukuk düzeni” kavramlarını ifade etmektedir. “Gerçek Adalet” lafzı ise “Adalet kavramının özü”nü ifade etmektedir.)

Bilinen, idrak edilen ve tatbik edilen Adalet kavramı; Hakkı icra etme meziyeti bulunmayan menfaat arzulu insanoğlunun, kendi sefaletine dair acziyetini örtbas etmek için baş köşeye oturttuğu, çare kisveli arayış tanımlamasıdır. Zira insanoğlu, gerçek adaleti sağlamaya muvaffak olamamıştır, olabilemeyecektir ve olabilme ihtimaline yakın dahi değildir. Bunun farkındalığında; Adalet kavramı, insanlığın son raddesinin sorunudur. Acemi bir kurgudan ibarettir, şuursuz bir akıştan muzdariptir ve kavramın hem özüne hem esasına aykırıdır.

Adalet; insanlığın çaresizliğinin tezahürüdür ve asli çaresizliktir. Bu çaresizlikten kurtulmanın yolu; adaletli oluşun hükmü ile uğraşmamak; mutlak adaletli olmaya fiil ve fail etkisinde sorumlu ve sorunlu olmaktan azami surette kaçınmak; bununla birlikte ve sadece, daha adil olmaya gayret göstermektir.

Her kudretin toplamından daha kudretli olmadığının farkında olan lakin kendini bu cihette gösterme mecburiyetine kendini mahkum eden Devlet, semeresi uhdesinde olmayan ve muvaffak olması mümkün bulunmayan bir heves ile Adaleti tesis etmelik görevi sahiplenir. Adalet kavramının, “akıl-kalp bağına düşen ve gerçek Adaleti tahayyül etmeye heves ve niyet ettiren itibarıyla” alakadar olamayan Devlet; Adaleti tesis etmeyi gaye edinmez, araç edinir. Yani haddi olmayana el atıp, el attığına da haksızlık eder. Kifayetsize dair kifayetsiz kalır ve zarar-zarar sendromunun eline düşer. 

Devletin asli gayesi; varlığını, varlık sebebini ve varlık serüvenini kadim, daim ve kavi kılmaktır. Bu hal ile Devlet; Adalet kavramını ve olgusunu, bütünü ayakta tutabilen surların içine hapseder. Bir yandan doldurur, bir yandan daraltır. Merkez düşüncesi Hakikat olmadığından; Hak olanı, hatta Hak olan diye varsayılanı mütemadiyen gasp eder. Daimen, gaflet halindedir.

Gafletli hal, yalnız bundan ibaret değildir. Devlet; Hakikati ve liyakati görmezden gelir, pasif ve umursamaz davranır, kibir ve baskı ile şahlanır. Bunun neticesinde; sunulan adalet, “olmaz olsun” beyanı ile karşılık bulacak kadar bedbaht bir hal alır.

Adaletin, toplum ve birey gayretinde ihya olması; mümkün, beklenebilir ve muhtemel değildir. Muhteşem bir feraseti kendinde barındıran bir “peygamber dokunuşu” ile bu ihya mümkün olabilecek olsa dahi, akabi süreçte ihyanın yine imhaya dönüşeceği kaçınılmazdır.

İdrakımızın izahında; İnsanlığın Adalet ile ihyasının, zahirdeki zannedilen tek çaresi, insanın kurtulunamaz çaresizliğinde, Devlettir.

Devlet, bunu başaramamakta ve başaramıyor olacak olmakta ise de; mevcut dünya nizamında, yük ve yükün muhatabı bu şekilde malumdur artık. Alemin nizamı değişir ve yeni olgular zühul eder ise şayet, o vakit ayrıca düşünmek ve değerlendirmek lazımdır. Lakin yine, arzulanan neticeye dair umut emaresi yoktur.
 

Toplum ve birey; Adaletin tesisi için lazım gelen donanım, feraset ve kudrete sahip değildir. Bu bağlamda; yükün sahibi Devlet, Adaletin tesisi için donanımlı, kudretli ve ferasetli olmaya mecburdur. Bununla birlikte; toplum ve bireyi, adaletin tesisine uygun hale getirmeye veya uygun halde tutmaya da mecburdur. Bu zaruretin çizgisinde; eğitim, ehliyet, feraset, Hakikat, usul, esas, irade, mutmain, merhamet ve gazap kavramları ile muamele etmek durumundadır. Aksi halde, yok olması veya var gibi görünüp yok hükmünde olması mutlaktır.

Hal böyle iken;
Adaleti kendi menfaatine büken bir nefse sahip insan kaynağını damarlarında dolaştıran Devlet; büyüdükçe daha çok artan kibrine rağmen, Adaleti tesis edebilecek midir ve bunu hangi hal ile yapacaktır?

İşin içinde ve/veya fehminde olup işin hakikatine nefsinden ari surette dokunabilen kişilerin ses vermesi, Devletin ise bu sese karşılık akıl edip el vermesi lazımdır. Fehmine varılabilen her hacet; beyan, izah ve haykırış ile satırlara nakşedilmeli ve ilan edilmelidir. Adaletin hizmetine ilhak olan ilhamlar, Devlet tarafından karşılık bulmalı ve ihya edilmelidir. Bu vesile ile Devlet; adaleti tesis edemeyecek olsa dahi, daha adil olmanın istikametine doğru adım atmış olabilecektir.

Gelmiş geçmiş tüm devletlerin ahvali bu iken ve az evvelki sualin cevabı beyan etmenin gerekliliği üzerine iken; bir kısım genel ve bir kısım özel kaidelere dair, kendi Devletimize tavsiyeler sunmamız gerektir. Bu haktır ve hakkımızdır…

Mevzu; işin ruhunun izahından ibaret değildir. Mevzu; bilmediğimiz bir tarihe kadar yazılsa dahi yine de izahın sonuna varılamayacak kadar derin, çok ve zordur.

Hiçbir kötü niyetin; bir araya gelmesine, örgütlenmesine ve kötülüklerini icra edip insanlığa zulmetmesine lüzum yoktur. Mevzuatı ve uygulaması ile yargının kifayetsizliği; halkın hem kendine hem de Devletine düşman olması, toplumun perişan olması, vatanın viran olması ve memleketin yok olması için kâfidir. 

Velhasıl;
Devletlerin ve milletlerin ölümü,
Hukukun ölümünden evlâdır.

Ömrümüz kifayet eder ise şayet, nakşetmekten ve ilan etmekten âciz olmamayı dileriz…

Hürmetle…


Talip HALLAÇ
Ehl-i Hukuk

Paylaşarak Destek Olun

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir