TCK madde 1 önerisi

Paylaşarak Destek Olun

Mevcut düzenleme;

“Ceza Kanununun amacı
Madde 1- (1) Ceza Kanununun amacı; kişi hak ve özgürlüklerini, kamu düzen ve güvenliğini, hukuk devletini, kamu sağlığını ve çevreyi, toplum barışını korumak, suç işlenmesini önlemektir. Kanunda, bu amacın gerçekleştirilmesi için ceza sorumluluğunun temel esasları ile suçlar, ceza ve güvenlik tedbirlerinin türleri düzenlenmiştir”

Gerekçesi;

” Ceza kanunları bireyin hak ve özgürlüklerine derin biçimde müdahale eden yaptırımları içermektedir. Bu nedenledir ki bir ülkedeki ceza kanununa hâkim felsefe, değer ve ilkeler, o ülkedeki siyasî rejimin niteliğini gösterir. Nitekim tarihte ve günümüzde totaliter devletler, ideolojilerini benimsetmek ve rejimi ayakta tutmak için ceza kanunları yoluyla kişi hak özgürlüklerini ya geniş biçimde sınırlandırmışlar ya da ortadan kaldırmışlardır. Demokratik hukuk devletleri ise ceza kanunlarının kötüye kullanılmasını önlemek için, bu kanunların temel ilkelerine anayasalarında yer vermektedirler. Yine insanların adaletsiz ve haksız biçimde ceza ve tedbirlere maruz kılınmaması amacıyla başta İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi olmak üzere bir çok uluslararası sözleşme ve belgede bireyi ceza kanunlarının keyfi uygulanmalarına karşı güvence altına alan hükümlere yer verilmiştir. Bu sözleşmelere taraf olan ülkemizin Anayasasında da aynı esaslar öngörülmüş olduğundan, ceza kanununun amacını tanımlayan maddeyle, bireyin sahip bulunduğu hukukî değerler, hak ve özgürlüklerinin güvence altına alınması ön plana çıkarılmıştır. Böylece kanunun özgürlükçü karakteri vurgulanmakta, bunun yanında bireyin; adalet ve güvenliğin sağlandığı bir toplumda yaşama hakkının gereği olarak, kamu düzeni ve güvenliğinin korunması ile suç işlenmesinin önlenmesi, ceza kanunun temel amaçları arasında sayılmaktadır.”

5237 sayılı Türk Ceza kanununun “Ceza kanununun amacı” başlıklı 1. maddesi, yukarıda yer alan haliyle yürürlüktedir.

İşbu madde ve gerekçesi; eksik ve yetersiz olup, Ceza Hukukunun esasını ve olması gereken genel unsurlarını ihtiva etmemektedir.

Kanun lafzında; her kelime, işin ruhuna uygun olmalı ve hassasiyetle seçilmelidir. Kanun işi, lalettayin bir iş değildir. Milyonlar sayıda kişiye tesir eden bir izahın, olabilecek en iyi nitelikte olması şarttır. Bu hassasiyet; ihdas edilen kanunun varlık sebebini zikreden ilk maddede, daha ziyade olmalıdır. (Şahsımızın önerisi tek nefsin nefesidir ve kifayetsizdir. Lakin faidelidir.)

Kanun lafzında; “yasa hükmü fazlaca ayrıntılı olmamalıdır” mantığına sıkı sıkıya bağlanmak ve bunu abartmak, ilgili kanun hükmünü eksik ve yetersiz kılmaya sebebiyet verir. Bu durum; kanunun varlık sebebine erişilebilirlik noktasında, gayet tehlikelidir. Önem arz eden; şekil değil, esastır. Takıntılı bir şekilcilik (ki şekilcilik özünde bir takıntı besler zaten) varılmak istenenin temel esaslarını zikretmekten dahi alıkoyar. Bu durum, murad edilene erişimi imkansız kılar.

Kanunun lafzında, (hasseten Ceza Hukukunda) “şu cümleden şu anlam çıkartılır” şeklinde bir yaklaşım hatadır. Sakıncalı ve tehlikeli neticelere sebebiyet verecektir. Kanunda boşluk olan veya yorum ile uygulamada tahrip edilen hususlar için anlam çıkartmak Hukuk küfrüdür. Lafzın kifayetsizliği, bu küfrün sebebidir.

Bir kanun ihdas ediliyor ve o kanunun ilk maddesi ile varoluş sebebi bildiriliyor ise madem; bu bildirim, işin özüne ve ruhuna uygun açık beyanlar ihtiva etmelidir. Gerekir ise ilk madde ve gerekçesi, 10 sahife olmalıdır. Bunda sakınca bulunmamak ile birlikte; yargı camiasının ilgili kanun maddesini okumakta acziyeti de yoktur ve olamaz. Bu açıklığı engelleyen şekilci bakış açısı, kanun maddelerinin gerekçesini dahi kısa tutmaya meyletmiştir. İzahın az olması değildir yakındığımız; izahın, yeterli olmamasıdır. Kısa tutalım diye, derdini anlatamamıştır kanun koyucu. Halbuki; insan olarak adlandırılan varlığın binlerce duygusu ve bu duygulardan sebepli daha ziyade halleri vardır.

(İlim sahibi şairlerin felsefesi ile kelam edip, bir cümlede onlar ahvali zikredebilecek ise kanun koyucu; ancak o vakit kısa tutabilir.)

Mevcut kanun maddesinin gerekçesi; Devlet otoritesinin ortaçağ zihniyetinde olmadığına ve kendi varlığı için her şeyi mübah sayan zihniyetten uzak olduğuna dair güzelleme yapmış; mesaj verme kaygısına düşmüştür. Ceza Hukukunun ve Ceza Kanununun, özüne ve ruhuna hakkıyla değinilmemiştir. İşbu gerekçe; işin gayesine dokunamamış, Ceza Hukuku’nun ruhu ile kaleme alınmamıştır. Kifayetsizdir…

Madde önerimiz;

“Ceza Kanununun gayesi
Madde 1- Ceza Kanununun gayesi; insanı, insanın onur ve haysiyetini, kişilerin hak ve özgürlüklerini, kamu düzen ve güvenliğini, hukuku, hukuk devletini, kamu sağlığını ve çevreyi, birey ve toplum barışını, hayvanat ve nebatatı korumak; suç işlenmesini önlemek; suçtan fiilen veya manen zarar gören bireyin ve toplumun, suç olgusuna dair vicdanını tatmin etmek ve intikam duygusunu ortadan kaldırmak; suç işleyeni cezalandırmak, suç işleyeni ıslah etmek ve topluma kazandırmak; suçun mağdurunu korumak ve kollamak; cevaz verilen hallerde, suçlu ile mağdurun sulh olmasını temin etmek; suç ile ceza arasında orantı sağlamak; her suçun cezasında, diğer suçların ve cezalarının tatmin ve adalet dengesini temin ve tesis etmektir. Kanunda, bu gayenin gerçekleştirilmesi için ceza sorumluluğunun temel esasları ile suçlar, cezalar, suçun önlenmesine dair tedbirler ve suç sonrası güvenlik tedbirlerinin türleri düzenlenmiştir.”

İlgili kanun maddesinin bu hal ile vücut bulması, varlığına ve varlığının samimiyetine daha uygun olacaktır.

Türk Ceza Kanunu’nun 1. Maddesine eklenmesinin gerekli olduğunu düşündüğümüz her kelimenin sebebini izah etmemiz lazımdır. İzah etmez isek; önerimiz anlam yüklenmeyecek ve yok hükmünde olacaktır. Bu izah; izahın anlaşılabilirliği ve eksikliklerin sebepleri ile ortaya konulabilmesi için, kanun yapma tekniğine uygun bir gerekçe şablonu ile yazılamamıştır. (Bu izah, derdimizin anlaşılması kaygısındadır. Başka bir vakitte, izahımız dairesinde bir gerekçe yazılabilir.)

Önerimizin sebepleri;

“Ceza Kanununun gayesi…”

Amaç; ulaşılmak istenilen sonuç anlamına gelmektedir. Ulaşılmak istenilen sonuç, ulaşılması gereken sonucun yanında kıymetsizdir. Hukuk ile murad edilen; ulaşılmak istenen değil, ulaşılması gerekendir.

Gaye; nihayet ve son anlamına gelmektedir. Gaye ibaresi, neticeten hangi noktaya gelinebileceği anlamına yakındır. Gaye ifadesi; fayda, ehemmiyet ve görüş anlamlarını da ihtiva eder. Burada gaye, ulaşılması gereken sonuca odaklanmak ile işin ihlasına da temas etmektedir.

Bu bağlamda, “kanunun gayesi” şeklinde ifade etmek daha doğru olabilecektir. Hukukun ve Devletin feraset birlikteliğinde; kanunun amacı değil, gayesi olabilmelidir.

“…insanı…”

Kanun lafzında, “kişi hak ve özgürlükleri” ifadesi yer almaktadır. Bu ifade ile “insan” ifadesinin zikredilmesinin gerekli olmayacağı düşünülmüş olabilir. Lakin karşılıkları aynı değildir. Zira İnsan, hak ve özgürlüklerinden ibaret değildir. İnsan, idrak edilen ve kanun ile koruma altına alınmak istenen hallerinden ve haklarından çok daha ötededir. İnsanın; akıl, kalp, ruh ve beden bütünlüğü; bu bütünlüğünün hüviyeti ve hürriyeti, bu hürriyetin haddi ve külfeti; herhangi bir kanun ile korumaya alınamayacak kadar geniş bir dairededir. Bu dairenin idrakı ve idrak ile ihyası, meçhul uzunlukta bir zaman içerisinde olabilecektir ancak. Bunun farkındalığında, kanun lafzında doğrudan “insan” beyanının zikredilmesi zaruridir. Bununla birlikte; evvelde, şimdi ve ahirde; işin merkezi insandır. Akıl, kudret ve iktidar insan elindedir. Evvelen her şey, insan için vardır. “İnsan” lafzının zikredilmesi; insanlığı olduğundan farklı bir konuma kondurmayacağı gibi, diğer varlıklara karşı zulüm potansiyeli ve yıkım hakkı olan bir varlığa da dönüştürmeyecektir. İşin realitesi; varlık sebebi insan olan kanunların lafzında, insana dair vurgu yapılmasını zaruri kılmaktadır. Zikredilmemesi ise insanlık düşmanı zihniyetlere kapı açacaktır. Zira kapı aralanmıştır zaten.

“…insan onur ve haysiyetini…”

Ceza Hukuku, kişilerin somut neticeli somut filleri ile ilgili değildir sadece. Ceza Hukuku, sadece temas ile acı veren eylemlerin çemberinden ibaret değildir. Ceza Hukukunda ve mevcut mevzuatta; ayrıca ruha da dokunan hallerin dışında, sadece kişinin ruhuna dokunan hallerden kaynaklı çok sayıda suç tipi vardır. Bu suç tiplerinin varlık sebebi, insanın kalbine, nefsine, ruhuna veya duygusuna haksızlık edilmesidir. Bu haksızlık ile doğan tahribi gören ve bu haksızlığı suç olarak kabul edip cezalandırmayı arzulayan mantığın temeli; mağdurun ve/veya toplumun onur ve haysiyetini tahrip eden yaklaşımı cezalandırmak suretiyle; bir dahasını engellemek, ilgilileri tatmin etmek ve adaletin tecellisine varabilmektir. ( Adalet kavramı, bilinen anlamda kullanılmıştır.) “Bir kaşık suda boğulmak” ve “insan, onuru ve haysiyeti için yaşar” ifadelerinin müellifi olmanın derin hissiyatını bünyesinde barındıran bir toplumun; onur ve haysiyetine ehemmiyet verilmesinin ve hürmet edilmesinin gerekliliği karşısında; durumun, iradenin, hassasiyetin ve yaklaşımın, evvelen lafız ile ortaya konulması lazımdır. Ceza Hukuku, insan onur ve haysiyetini önemsiyor ve benimsiyor olmalıdır. Kanun yapmak, “zaten o da işin içinde var” anlayışına uygun değildir. İşbu ibarenin kanun lafzında yer almıyor olması, işin ruhuna aykırıdır ve abestir.

“… Hukuku…”

Ceza Kanunu ile Devlet ve vatandaş korunmalıdır elbette. Devlet kurumunun korunurluğunun Hukuk Devleti olarak zikredilmesi de işin kabulü gereğidir. Lakin Vatandaştan da Devletten de evvel, korunması gereken ve tahribatına müsaade edilmemesi gereken asli unsur Hukuk’tur. Hukuk algısı, Hukuk olgusu, Hukuk güvenilirliği, Hukuka yaklaşım ve Hukukun yaklaşımı; yasa yapanların evvel meselesidir. Evet, kanunun var edilmesi de zaten Hukuk kavramının vücut bulması içindir. Lakin bu felsefenin zikredilmesi, zihinlerde ve fikirlerde derc edilmesi zaruridir. İşin fıtratı ve felsefesi gereği mecburidir. Bununla birlikte; Ceza mevzuatının Hukuku koruma misyonu, kendi bünyesinde oluşabilecek Hukuka aykırılıkları engellemeye dair barikat olabilecektir. Halihazırda; Ceza Mevzuatında yer alan eski ve yakın tarihli aykırılıklar, barikatsız bir aşamadan geçerek dahil olmuşlardır. “Hukuk Devleti” ifadesi, bu dahli engelleyememiştir. Zira “Hukuk Devleti” ifadesi ile korunan ve korunması murad edilen, Hukukun değil Devletin ve sistemin bekasıdır.

“…birey ve…”

Devlet bakış açısı ile Hukuk bakış açısı, birbiri ile karıştırılmaktadır ve bu durum, kanunun lafzına da yansımaktadır. Devlet bakış açısı; “Devlet ve Millet” der sadece. Devlet mantığının, vatandaşa bakış açısı zayıftır ve insanların kalbine dokunma gibi bir alışkanlığı yoktur. (Bu, Devletlerin yok olma sebeplerindendir.) Hukuk ise öyle değildir. Hukuk; her ferdin kalbine ve ruhuna dokunmayı gaye edinmiştir. Toplum barışını koruma vurgusu yapılır iken bireyin barışının zikredilmemesi anlamsız kalmaktadır. Ceza hükümlerinin ekseriyeti, bireyler arasında gerçekleşen ve bireye temas eden vakıalar ve bu vakıaların Hukuktaki karşılığı üzerinedir. Toplum barışı da, temelde birey içindir zaten. Hal böyle iken; bireyin barışının zikredilmemesi uygun düşmemektedir.

“…hayvanat ve nebatatı korumak…”

Ceza Hukukunun çıkış ve varış noktası, tartışmasız insandır. İnsana zulmedebilecek en ehil varlık insan olmak ile birlikte; insan haricindeki varlıklara zulmedebilecek, insan haricindeki varlıklara yine insan aleyhine kötülük yapabilecek ve yaptırabilecek varlık da insandır. Bu hal üzere; hayvanat ve nebatatın korunması, Türk Ceza Kanununun gayesi dairesinde zikredilmelidir. Bu kavramın zikredilmemiş olması, esaslı bir eksikliktir. Önemle bilinmesi gereken; hayvanat ve nebatatın, kendi ırkına dahi merhametsiz olan insanın şerrinden korunması gerektiğidir. (Gündem itibariyle bu husus abartılmakta; hayvanat, insandan üstün tutulmaya çalışılmaktadır. Mevzuat ile eksik kalan her mevzu, yer aramaya ve yerinden ziyadesine kurulmaya ve haddini aşmaya muktedirdir.)

“…Suçtan fiilen veya manen zarar gören bireyin ve toplumun, suç olgusuna dair vicdanını tatmin etmek ve intikam duygusunu ortadan kaldırmak; suç işleyeni cezalandırmak, suç işleyeni ıslah etmek ve topluma kazandırmak, suçun mağdurunu korumak ve kollamak; cevaz verilen hallerde, suçlu ile mağdurun sulh olmasını temin etmek; suç ile ceza arasında orantı sağlamak; her suçun cezasında, diğer suçların ve cezalarının tatmin ve adalet dengesini temin ve tesis etmektir…”

Suç ve ceza kavramı; ruh ve beden bütünlüğü aleyhine cereyan eden ve varlığı muteber olmayan hallerin yadırganmasından; bu hallerin, Devlet otoritesi tarafından cezalandırılması gerektiğinin düşünülmesinden sebeple doğmuştur. İhkak-ı hak olgusunu yasak eyleyerek değneği elinde tuttuğunu açık bir şekilde belli eden otorite, “suç işleyenin hakkından gelmesini bilir, senin hakkını teslim etmesini de bilirim” demiştir.

Bu hal ve işin doğası üzere; Ceza Hukukunun varlık sebebi ve asli mantığı; Suç işleyeni cezalandırmak, suç olgusuna dair vicdanları tatmin etmek, suçtan sebepli intikam duygusunu tatmin suretiyle ortadan kaldırmak ve caydırıcılığı tesis etmektir. Devamında ve zaman ile birlikte; zarar dengesinin makul olduğu ve sulh ile vicdanların sarsılmadığı hallerde, tarafların helalleşmesi suretiyle barışı tesis etmek de işe dahil olmuştur. Bununla birlikte; suç işleyenleri ıslah etmek, mağdurun korunması ve kollanması da Ceza Hukuku’nun temel akışına katılmıştır.

Hal böyle iken; suç işleyenin yargılandığı ve suçun sübutu halinde cezalandırıldığı sistemde ve fiiliyatta, kanunun gayesi olarak cezalandırma kavramının zikredilmemesi gayet gariptir. “Medeni duruş” havasına girmenin, her gün sallanan ve sallanmak zorunda olan kılıcı kibarlık niyetine kelimelerin altına saklamanın, anlamı ve faydası bulunmamaktadır. İşbu beyanların, kanunun gayesinin izahında zikredilmemiş olması esaslı bir eksiklik olup, işin fıtratına açıkça aykırıdır.

Ceza Hukuku; her olayı kendi içinde değerlendirir. Lakin bu değerlendirmede; her suç ve her suçun cezası, birbirinden bağımsız değildir ve bağımsız düşünülemez. Bir olguya biçilen bedel, o olgu için muteber olsa dahi; başka bir olgunun ve o başka olguya biçilen bedelin derecesi ile uyumlu değil ise şayet; bilinen anlamda adaletli bir neticeye varılamaz. Bu menfi netice, Ceza Hukukunun gayesinden olan “birey ile toplum vicdanını tatmin etme ve intikam duygusunu söndürme” arzusuna kesin surette engel olacaktır.

Suçun karşılıksız kalmaması, mağdurun kollanmasının bir tezahürüdür. Bununla birlikte; somut olaya göre mağdurun korunma gereksinimi doğabilecek olmakla; bu ihtiyacı karşılıksız bırakmamak, karşılığa istinaden takıntılı bir abartıya düşmemek ve korunmadan bahisle başka hakları ihlal etmemek lazımdır. Mağdurun korunmasına dair denge, hassas bir feraseti gerektirmektedir.

Neticeten;

Ceza Hukuku; mübalağaya, eksiğe, fazlaya, gibiye, sankiye, benzetmeye, çıkarıma, günlük kaygı ve heveslere cevaz vermez. Bu bağlamda; genel çerçeveyi hatır edecek olan 1. Maddenin vücut bulma şekli ehemmiyetlidir.

Gerçek olmak için, gerçekçi olmak lazımdır. Bu lüzum, samimiyete delalet eder. Samimi olmayan, sahte olana veya sahtekar olana meyleder. Bu meyil ile yalan olursunuz veya yalancıların oyuncağı. Hukuk, Hukukun inşası ve Hukukun icrası; oyun değildir. Muhataplar ise oyuncak değildir. İşin ciddiyeti ve basireti, gerçekçi olmayı zorunlu kılar. Mevzunun aslı ne ise onu zikretmek lazımdır.

Ceza Hukuku; yeni olguların ve yeni idrakların serüveninde, elbetteki değişimlere açık olmalıdır. Yeni hükümler getirilebileceği gibi; izah edilen dengenin hassasiyetinde, evvel düzenlemelere de geri dönülebilmelidir. Lakin tehlikeli olan, algı veya günlük rüzgarlar ile Ceza Mevzuatına dokunulmasıdır. Böylesi bir yaklaşım, gayet tehlikeli olacaktır.

Bizce;
Türk Ceza Kanunu; İnsan ile hayatın fıtratına ve işin felsefesine uygun olarak; günün koşulları esas alınarak değil, sadece dikkate alınarak; yeniden düzenlenmeli ve külliyen değiştirilmelidir. Tamamını değiştirmek zor ve zahmetli olacak ise şayet; 1. Maddeden başlanılabilmelidir.

Hürmetle…

Talip HALLAÇ
Ehl-i Hukuk

Paylaşarak Destek Olun

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir