YİTİK DEVLET

Paylaşarak Destek Olun

Yeryüzü, şerler ile doluydu.
Sınırlar kalkmış, milletler karışmış, her şey kıymetini yitirmiş idi.
Kötülüklerin elinde, beş para etmez bir ahlaksıza dönüşmüştü insanlık.

Bütün kara parçaları, kendinden korkar bir vaziyette bir araya gelmişti.

Denizler bağımsızlığını ilan etmiş, çok metre yüksekliğinde hiç dinmeyen dalgalardan surlar örmüştü araya.

Yerin altından zoraki çıkarttığımız sular; yok olmak pahasına, derinlere doğru akıyorlardı.

Ay ile Güneş ittifak etmiş, aynı çizgide dolanıyordu.

Birbirlerinin nurunu söndürmenin keyfinde, karanlığa zulmediyorlardı.

Dağların çivisi sökülmüştü sanki. İsteyen, istediği ovaya yaslanıyordu.

Kendine nimet edeceği hiçbir şeyi yoktu hiç kimsenin.

Tüm canlılar; pusuya yatmış, bir başka canlının ölmesini bekliyordu.

Kimin insan kimin hayvan olduğu belli değildi. İsmi konulmamış bir şeydi hepsi.

Çok garip!!
Cennetin bir köşesine tayin olunmuş gibi gülümsüyordu insanlık.

Siyaha beyaz, karanlığa ise güneş ismini vermişti.

Dikenler gülü kovmuştu.
Yetmemiş, bülbül de güle düşman olmuştu.
Yalnızlık şarkısını içine mırıldanan bülbül, ölmüştü bir vakit sonra.
Lakin her bacadan, mutlu ve megafonik bir kuş sesi geliyordu.

Cehennemden bir dörtlük gibiydi hayat.
Ne ölüyor, ne de diriliyordu.

Dünya; tek bir devletti artık.
Renksiz, hayâsız, şuursuz ve duygusuz.

Burası, şerler ülkesiydi…

Denizin yanı başında, toprağın en yükseğinde; bir avuç insan yaşar olmuştu.

İnsanlığın tüm meyvelerini çalan, meyvelerin suyunu emip ağacı karşılığında insanlığa satan,

güzellikleri zindana atıp bedava çirkinlik dağıtan,

herkesi köle eyleyip kendini hükümdar kılan bir avuç insan…

Fitnebazdı, bu insan kılıklı canavarlar.
Güneşi suya, suyu toprağa, toprağı ise aya küstürmüştü.

Köle ettiğine doymamış, birbirine de düşürmüştü insanlığı.

Aşağılık bozguncular, aç gözlü hadsizler, salyalı canavarlar, zalim oğlu zalimler…

Yıkmak yapmaktan kolay olduğu halde her daim, yıkamıyorduk bu yüksek kaleyi.

Duvarlarına verilen emek ile aynı zahmet lazım olacaktı ise şayet, çok zaman lazım idi.

Bir çare bulmalıydı.
O kadar zor olmamalıydı.
Bir fikir gelmeliydi kalbin aklına.

Tuzu eksikti damağımızın sanki.
Yoksa ihlasını mı yitirmişti dilimiz?

Ne yapmak lazımdı azizim?

Durasın hele!
Ben söyleyeyim sana.

Evvela, karanlığın farkında olmalıydı.
Karanlıktan daha kara halimize sebep fitneyi ve kaynağını bilmeliydi.
Bu fesat zihniyeti; ahmak değilsek eğer, artık düşman bellemeliydi.
Yitik devletin hasretinin kifayetinde, parça parça mağlubiyetin idrakında ve kudretin mihrabında;
adı aydınlık olan bir devlet kurmalıydı.
Merhametsiz bir şimşek gibi ışık olmalı ve alemi karanlıktan kurtarmalıydı.

Velhasıl;
Taş yanında taş bırakmamalı;
bu cinneti, bu düzeni ve bu cehennemi yıkmalıydı azizim…

Talip HALLAÇ

Paylaşarak Destek Olun

YİTİK DEVLET” için bir görüş

  1. Adının aydınlık olması devleti aydınlatır mı ? Yitik devlet aydınlığını nerden alacak ? İnsan mı kaynağı yoksa ilahi mi kaynağı aydınlığın ?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir